Saphir Denizaltısı Batığı:








Saphir Denizatlısı



24 Kasım 1903'de sipariş verilmiş. 6 Şubat 1908’de yapımına başlandı ve 1910 Fransa’da Toulon tersanelerinde yapımı tamamlandı. Emeraude sınıfı denizaltıdır. 10 Aralık 1910'da göreve başlamışdır.


		Boyutlar	: 44.9m * 3.9m * 3.76m



		Hız		: 11.5 knot yüzey; 9.2 knot sualtı

	

        	Ağırlık		: 390 ton (yüzey), 425 ton (su altı)



		Silah		: 6 adet 45cm lik torpido tüpü

		

		Mürettebat	: 25



		Motor		: 2 tane 300cv lik Sautter-Harle motor

				: 2 tane 90cv lik Hilliret Huguet elektrik motoru





Çanakkale Boğazını ilk geçme girişimi Fransız denizatlısı Saphir tarafından gerçekleştirilmiş ancak Boğaz’ın dar bölgesi olan Nagara civarında 15 Ocak 1915’de batmasıyla başarısız olunmuştur. Bazı kaynaklarda karaya oturup top atışıyle batırıldığı, bazı kaynaklarda ise mayına çarptığı belirtilmektedir. Ancak bilinen Henri Fournier komutasında ilk 10 tane mayın hattını geçtikten sonra şansının tükendiğidir. Emin olunmamakla beraber 14 kişinin şehit olduğu, 13 kişinin ise kurtulduğu belirtilmektedir. Bu denizaltı 1915’de Çanakkale’de Fransızların kaybettiği dört gemiden ilkidir. Bazı kaynaklarda geminin kaybolduğu tarih 17 Ocak 1915 olarak verilmektedir.

Nagara kıyısı yakınında bir mayın hattını geçtikten sonra denizaltı su almaya başladı. Derinlik sadece 22 metreydi. Denizaltı karaya oturdu, sadece arka motor çalıştırılınca bir anda 70 metreye düştü ve daha çok su aldı. Komutan lietuenant de Vaisseau Henri Fournier yüzeye çıkmaya karar verdi… Türkler kıyılardan ateş açmaya başladılar. Fournier denizlatının ele geçirilmesini önlemek için kapakları açtırarak denizatlının batmasını sağladı. Ancak kendisi ve 13 mürettebatı denizaltı ile birlikte boğazda ebedi yerlerini aldılar. İsa Reis gambotu ve Nusrat gemimiz tarafından denizaltı mürettebatından 13 denizci sağ kurtarılmış, 14 Fransız denizci ölmüştür.

5 Aralık 1919'da Fransız resmi gazetelerinde haberi yer almışdır.

Batık, Nara akaryakıt iskelesine çok yakın bir mevkide 55 metre derinlikte kulesi ve kıç tarafı sökülmüş yatmaktadır.Geminin pruvası, sarnıçları doldurmak için kullanılan ştandroları ve mayın deflektörleri durmaktadır.

Her iki taraftan 550 bin askerin öldüğü Çanakkale Savaşı, kanlı bir boğuşmanın içinde bile insani duyguların kaybolmadığını gösteren örneklerle doluydu. Bu örnekler, düşmanın Türk askerine hayranlığını artırmıştı. Çanakkale Savaşları'nın 90. yıldönümü nedeniyle Kaynak Kitaplığı, Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Savaşları'nın da aralarında yer aldığı cephelerden haberler veren Harp Mecmuası'nı aslına uygun olarak kitaplaştırarak yayınladı. 360 sayfalık eserde çoğu ilk kez yayınlanan beş yüzden fazla fotoğrafa da yer verildi. Mecmuada yayınlanan bir fotoğraf ise Türk askerinin düşmanına bile ne kadar insancıl yaklaşabildiğini gösteriyor. Fotoğrafın altında şöyle yazıyor: 'Çanakkale'de batırdığımız 'Safir' denizaltısının mühendisi olup zabitlerimizden birinin denize atladığı halde kurtaramadığı mühendis Bone'nin esir arkadaşları ve papaz efendiyle cenaze merasimi-Düşmanlarımızla aramızda medeniyet mukayesesi'.






Saphir Elektrik Çavuşu Logal tarafından âilesine yazılan mektubdan:

"...Tahlîsiye sandalı gelinceye kadar yarım saat suda kaldık. Kurumuş yapraklar gibi tir tir titriyorduk. Lâkin bereket versin, Türk zâbitleri bizi pek mültefitâne kabul etdiler. Sandal içinde zâbitlerden birisi bana ceketini bile verdi. Türk mülâzımı kıyâfetine girdim. Bizi hemen ısıtdılar. Bir şişe rom getirdiler. Bir nefescik rom çekmek, bilsen ne kadar büyük bir iyilik icrâ etdi. Bizi bir kışlaya götürdüler. Orada bize elbise verdiler. Zira denize düşerken çırılçıplak olmuş idik. Bizi İstanbul'a getirdiler. Bulunduğumuz mahalle arada sırada Türk zâbitleri gelirler. Bize sigara paketleri ikrâm ediyorlar. Hemen ekserisi Fransızca biliyor. Halbuki biz başka türlü muamele göreceğimizi zannediyorduk..."

Beneve Raji tarafından âilesine yazılan mektubdan:

"...27 arkadaşdan on üç kişi yüzerek sahile gelmeye çalışdık. Türkler bizi adeta yeniden dünyaya gelir gibi bulup kurtardılar. Onlar bizi tasavvurumuzun fevkinde kabul etdiler. Düşün ki artık kendimizi yorgunlukdan gâib etmiş gibi idik. Suyun soğukluğuna rüzgârın te’siri hepimizi titretiyordu. Bizi derhal bir sıcak odaya getirdiler. Azar azar konyak verdiler, ısıtdılar ve bize sıcak tutucu elbiseler verdiler, sigara içirdiler. Bizi kurtaranların içinde pek çok zâbitân vardı. Bizi İstanbul'a getirdiler. Hepimiz bir koğuşda yatıyoruz. Vaktimizi pek güzel geçiriyoruz..."

Matt['ın] âilesine yazdığı mektubdan:

"...Saphir batarken hep denize düşdük ve soyunarak yüzmeye başladık. Bir büyük sandal bizi topladı. Bu sandalda Türk zâbitânı da var idi. Zâbitler kendi vazifelerinin fevkinde bir hareket-i insaniyede bulunuyorlardı. Bize çay ve sıcak elbise vererek hemen ısıtmaya başladılar. Biz denizden Hazret-i Âdem'in meydân-ı vücûda gelmesi gibi çırılçıplak çıkdık. Şimdi İstanbul'dayız. Bize her şey verdiler. Rahatımız gayet iyidir. Şimdi Türk yemekleri yiyoruz. Her ne kadar alışdığımız yemeklere benzemiyor ise de gayet temiz, lezzetli ve kuvvetli yemeklerdir".










GERİ